--

23 Aralık 2008 Salı

Birinci Mesrutiyet ve Sultan Abdulhamid

Yakın tarihe ilişkin aykırı yorumlara Türkiye`nin henüz alışık olmadığını, bu yüzden yakın tarihe ilişkin yorumlarda, tarihçinin, kendini tümüyle özgür hissedemediğini belirttikten hemen sonra hatırlatalım ki, 23 Aralık tarihi (1876) Birinci Meşrutiyet`in yıldönümüdür. Hem bu münasebetle, hem de Şerife Duyar`dan gelen soru münasebetiyle konuyu kısaca tahlil etmeyi deneyeceğiz. ? Osmanlı Devleti`nin yönetim mantığı, padişah, sadrazam ve meşihattan oluşan üç temele oturmuştu: Padişah bir orkestra şefi ahengi içinde devlet ve siyaset koordinatörlüğü yaparken, sadrazamla ona bağlı birimler icra işlevi görür, meşihat makamı ise ülkenin her yerine dağılmış iyi eğitimli mensupları ile birlikte hem yargı işlerine, hem de devletin denetim işlerine bakarlardı? Padişah`ın denetlenmesi de buna dahildi. Şeyhülİslamlar, gerektiğinde (Yıldırım Padişah`a karşı Emir Sultan, Yavuz Padişah`a karşı Zembilli Hoca, Dördüncü Mehmed`e karşı Abdullah Efendi ve diğer pek çok örnekte görüldüğü gibi) padişaha meydan okuyabilme gücüne sahiptiler. Meşihat makamının bağımsız çalışması konusunda devlet o kadar titizdi ki, yükseliş devrinin padişahları, şeyhülİslamı görevden alma yetkisine sahip değillerdi. Ayrıca devlet, İslam`ın öngördüğü `meşveret` esasını ihya hususunda da son derece istekli ve duyarlıydı. Üst düzey sorumluların katılımıyla periyodik olarak toplanan `divan` dışında, yalnızca özel günlerde gerçekleştirilen `Ayak Divanı`, padişahla sadrazam başta olmak üzere tüm devlet yöneticilerini (devleti) doğrudan halkın denetimine açan emsalsiz bir uygulama idi. Buralardan hareketle, fazla kendimizi zorlamadan söyleyebiliriz ki, hem halka hesap vermeyi, hem de halkı yönetime katmayı amaçlayan bu yöntem, bugünkü katılımcı demokrasinin temellerini oluşturuyor. Bu yüzden, Batı`nın kanlı geçişler yaptığı meşrutiyete Osmanlı Devleti, kan dökmeden geçti. Sonuçta İslam`ın ve İslam`da temellenmiş devlet geleneğinin öngördüğü bir yapılanmayı gerçekleştirecekti. Tabii ki geçiş daha sancısız ve kalıcı olabilirdi; ne var ki genç aydınların sabırsızlığı bazı arızaları giderecek daha yumuşak bir geçişe izin vermedi. Tanzimat`ı (03 Kasım 1839) alkışladıkları halde aradıklarını bulamayan genç hevesler, (çoğu gazeteci ve edebiyatçı gençlerden oluşuyordu) meşrutiyeti aynı heyecanla `yegane kurtuluş çaresi` olarak gördüler ve sundular. Ne var ki, yeni `kurtuluş` yolu da hüsrana çıkacaktı. Hüsranın pek çok sebebi olmakla birlikte, geniş tarihsel tartışmalara sütunumuzun dar hacminin elverişsizliği sebebiyle, ancak şu kadarını söyleyebilirim ki; Osmanlı aydınları arasında meşrutiyet yönetimine geçilmesi isteğinin temelinde yatan `Osmanlılık` fikri, çok uluslu bir imparatorlukta, özellikle milliyetçi düşüncelerin yoğunlaştığı ve bunların dış dünya tarafından beslendiği bir dönemde birleştirici-bütünleştirici olamazdı. Nitekim de olamadı: Sadece Osmanlı`dan kopmaya, koparken de bir şeyler koparmaya çalışan azınlık unsurları teşvik etti. Bu da çöküşü hızlandırdı. Düşünün ki, aynı tarihlerde (ve daha sonrasında da) İngiltere, Britanya Adası`nı meşruti bir sistemle yönetirken, sömürgelerinde farklı yönetim biçimleri uyguluyordu. Doğaldır ki, devletle aralarında doğru dürüst vatandaşlık bağı bile bulunmayan azınlık unsurlar meşrutiyeti, birleştirici-bütünleştirici bir mantık çerçevesinde algılamayacaklar, daha ziyade kendi istiklalleri için bir fırsat olarak değerlendireceklerdi. Sultan İkinci Abdülhamid bundan daima endişe duyduğu için, bir müddet ayak sürçtü. Biraz daha derin hazırlık istiyordu. Ne çare ki, derdini kimseye anlatamıyordu. Sonunda meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. (23 Aralık 1876) Bundan böyle devletin bir `Kanun-i Esasi`si (anayasa), Meclis-i Meb`usan (Millet Meclisi) ve Ayan(Senato) olarak iki meclisli bir parlamentosu olacaktı. (Her 50 bin erkek nüfus 1 milletvekili çıkarıyordu. Ayan Meclisi bunun 1/3 oranındaydı) Kanuni ve Fatih kanunları hiç dikkate alınmadan, daha çok Rus Anayasasına bakılarak bir anayasa hazırlandı. 1876 Anayasası, özellikle insan hakları açısından, kendi devrinin şartlarını zorlayan ileri bir anayasa sayılabilir. Ne var ki, (tıpkı `uyum yasaları` gibi) yazmak başka, uygulamak başkadır. Uygulamada her şey eski tas eski hamamdı. Çünkü devlet kadroları ile millet eğitimsizdi, (Sultan Abdülhamid eğitim hamlelerini boşuna yapmadı) üstelik devlet çarkları laçkalaşmış, açıkçası bünye, belki de bir yenileşmeyi kaldıramayacak derecede yorulmuştu. Pansuman tedbir değil, bir zihniyet devrimi lazımdı. Bunun için de geleneksel yapıyı modern yönetim tarzıyla uzlaştırıp yeniden biçimlendirecek bir yapılanma gerekiyordu. Bunun için de zaman lazımdı. Halbuki, çoğunluğu gazeteci-edebiyatçı gençlerden oluşan ve ordu içinde kendilerine dayanaklar bulup güçlenen Avrupa meraklısı bir grup entelektüelin aceleleri vardı. Meşrutiyeti hemen istiyorlardı. Sonuçta devlet de, millet de hazırlıksız yakalanmıştı. Kısacası, meşrutiyet talebi tabandan gelme değil, tepeden inmedir! Bu yüzden de ömrü çok kısa oldu. Bir de Meclis`e giren azınlıklara mensup kimi milletvekilleri Batı`dan aldıkları rüzgarla şımarıp Osmanlı Devleti`nden çok kendi azınlık haklarını öne çıkarınca, ipler koptu. Aralarında ortak sevgi noktaları neredeyse hiç kalmamış çeşitli kavimlerin temsilcileri neredeyse her oturumda kavgaya tutuşup, milliyetçilik fikri `Osmanlılık` fikrinin önüne geçince, bu gidişi fevkalade mahzurlu gören Sultan İkinci Abdülhamid, yine 1876 Anayasasının kendisine verdiği yetkiyle, Meclis-i Meb`usan`ı süresiz tatil etti. (12 Aralık 1908) Birinci Meşrutiyet Meclisi sadece bir yıl bir ay yaşayabilmişti.


(Yavuz Bahadıroğlu)

8 yorum:

Adsız dedi ki...

lann sen kim olyon bize abdülhamiti savunyon dingil, :@ abdülhamit kızıl sultan tamammı tüm ermenileri öldürdü aq

Adsız dedi ki...

vatandaş rıza terbiyeni topla abdülhamid'in hayatını araştırmadan nasıl böyle seviyesizce konuşabiliyorsun heralde sen Türk değil bir ermeni kırmasısın.

Adsız dedi ki...

rıza sen böyle dediğine göre şerefsiz bir ermenisin .. tüm ermenilerin anasına küfrederim ..şerefsiz. .sizin TÜRK lere yaptıklarınızı unutmuyoruz.. hain şerefsiz. allah belanı versin

Adsız dedi ki...

rıza ananı avradını zükerim .. senide üstüne atarım piç herif. ben TÜRK olmayan insanı sevmem piç rızaçip kendine güveniosan düello ?

Adsız dedi ki...

evet ethem kardeşimin arkasındayım nasıl olurda sen böyle cümleler kuruyorsun ibnetör

Adsız dedi ki...

Topunuzu sikiym !!! siz de adam mısınız ermeniler hepinizin amina koyyum ! vatandaş rıza senin de soyunu sopunu sikiym :::!

Adsız dedi ki...

ermeni şerefsizi(rıza)

osmanlı dedi ki...

rıza snn ananı siksin abdülhamit...belki adam olursun piçç

Yorum Gönder

Template by - Abdul Munir | Daya Earth Blogger Template